İçeriğe git

Hoşgeldiniz. Nostalji Film indir
Ücretsiz Üyelik Aktif Olmuştur. Sitenin Özelliklerinden Faydalanmak İçin Üye Olabilirsiniz. Eğer Bir Üyeliğiniz Var İse Giriş Yapabilirsiniz. Üyeliğiniz Yok İse Üye Olabilirsiniz. Tamamen Ücretsiz!

Resim

Korku Sinemasının Gelmiş Geçmiş En Güzel Slash Filmleri...

* * * * * 2 Oy Kullanılmış

  • Cevap İçin Giriş Yapın
Bu konuya 45 yanıt gönderildi

#1
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

halloween-1978-le-dutch-r2-front-cover-1

 

Kesinlikle slash tarzının kilometre taşıdır Cadılar Bayramı,John Carpenter'in bu filmi çektiğinde acaba bu olağanüstü serinin yıllar geçsede unutulmayacak kült korku kategorisine ulaşacağını düşünmüşmüdür,çığlık kraliçesi Jamie Lee Curtis filmde etkileyici performansı ile parmak ısırtmış,izlerken bizleri nefessiz bırkamıştı,Michael Myers  yıllarca bir çok sinema sever için idol olmuş,fanları oluşmuştur,Halloween John Carpenter'in o iç gıcıklatıcı müziği eşliğinde slash tarzına etkileyici bir imza atmıştır.

 

 

 






#2
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

 

Torso yönetmenliğini Sergio Martino’nun yaptığı, başrollerinde Suzy Kendall, Tina Aumont ve Luc Merenda’nın oynadığı 1973 yapımı bir İtalyan giallo filmi.
Filmin konusu kısaca şöyle; bir kolej kampüsünde seks cinayetleri işlenmektedir. Öğrencilerin hepsi korku içindedir. Dört yakın kız arkadaş Jane (Suzy Kendall), Daniella(Tina Aumont), Ursula(Carla Brait) ve Katia(Angela Covello) daha güvende olmak için bir villaya giderler. Fakat bir süre sonra siyah eldivenli gizemli katil kızları teker teker öldürmeye başlar.
Filmin senaryosu Ernesto Gastaldi tarafından kaleme alınmış. Senaristi bazı unutulmaz İtalyan filmlerinden hatırlamak mümkün; The Horrible Dr. Hitchcock (Freda), The Whip and The Body (Bava), I am Sartana, Your Angel of Death (Carnimeo) ve Sahara Cross (Valerii). Torso yönetmen Martino’nun 1970-1973 yılları arasında yaptığı beş giallodan sonuncusu: Lo strano vizio della Signora Wardh /The Blade of the Ripper (1971), La coda dello scorpione / The Tail of the Scorpion (1971), Tutti i Colori Del Buio / All the Colors of the Dark (1972), Il Tuo Vizio é una stanza chiusa e solo io ne ho la chiave / Your Vice Is a Locked Room and Only I Have the Key (1972). Film içerdiği grafik şiddet, kanlı cinayet sahneleriyle oldukça başarılı ayrıca seks ve şiddet çok başarılı bir şekilde harmanlanmış. Bu da filmi türünün iyilerinden biri yapıyor. Filmin müzikleri DeAngelis kardeşlere ait. Goblin müzikleri kadar olmasa da başarılı.
Filmin şüphesiz en iyi işlenmiş kısmı finali. Son yirmi dakika, Jane’nin uyandığı andan finale kadar geçen süre çok başarılı. Şunu da belirtmek gerekir ki katil ve katilin niçin öldürdüğü pek tatmin edici değil. Fakat katilin kimliğini tahmin etmeye imkan yok. Merakla katilin kim olduğunu beklemek ve her tahminin sonunda yanıldığını görmek filmi daha bir heyecanla izlettiriyor.
Film her ne kadar bir giallo olsa da hatta türünün ilk örneklerinden ve iyi bir giallo olsa da filmde istismar sinemasından da örnekler görmek mümkün. Atmosferi, müzikleri, cinayet sahneleri, kamera çalışması ve oyuncu kadrosuyla İtalyan giallo film severleri üzmeyecek, saklı kalmış, keşfetmek için hala geç kalınmamış bir film Torso.

 

torso-1973-ws-r1-front-cover-99136.jpg

 

Torso'yu yıllar önce izlemiştim,film slash ve giallo tarzının önemli kültlerinden bir tanesidir,özellikle kızların konak vari eve gittiklerinde başlarına neler geleceğinden habersiz olmaları ve akabinde katilin genç kızları testere ile doğraması katletmesi etkileyici sahneleri idi.



#3
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Hepiniz Öleceksiniz - The Burning (1981)

 

The-Burning-1981-Front-Cover-33960.jpg

 

 

The Burning 1981 yılı mahsulü Tony Maylam tarafından yönetilmiş olan ABD ve Kanada ortak yapımı bir film.

Blackfoot Yazlık Kampı’nda çocuklara bekçilik yapan Cropsy şiddete meyilli alkolik biridir. Kampta kalan çocuklara sık sık şiddet uyguladığı için doğal olarak hiçbiri tarafından sevilmez. Bu sevgisizliklerinin bir şekilde ifade etmek isteyen gençler Cropsy’e kendilerince bir ceza vermek isterler. Bir gece hangi mezarı nasıl kazarak çıkarttıklarını bilemediğim iyice çürümüş bir kafatasının içerisine, gözbebeklerinin yerini artık aç kurtlara bıraktığı boşluklara denk gelecek şekilde iki adet mum yerleştirerek ortaya çıkarttıkları intikam objesini Cropsy’nin yatağının başucuna koyarlar. Aşırı alkolün etkisi ile sızmış olan Cropsy olanlardan habersiz uyuklamaktadır. Pencerenin önüne toplaşan gençler cama vurarak Cropsy’i uyandırırlar. Karanlıkta kafatasının içindeki mumların loş ışığının aydınlattığı odaya uyanan Cropsy korkudan panikler. Kafatasının üzerinde durduğu masaya çarpar, kafatası yatağa düşer ve yatak ile beraber Cropsy de alev alır. Alevler içinde sağa sola koştururken odanın içindeki benzin kutusuna çarpmayı ihmal etmez. Üzerine dökülen benzinin yardımıyla hallicesinden bir şenlik ateşine dönüşen Cropsy kendini kampın hemen yanındaki göle atar. Bir mucize eseri olarak ölmez ve hastanede tam beş sene tedavi görür. Beş sene sonunda hastaneden tahliye edilir. Artık intikam ateşi ile yanmakta olan Cropsy o olaydan sonra kapatılan Blackfoot’un yakınlarında faaliyet gösteren, danışmanları arasında kendisine hazırlanan kötü şakanın faillerinden Todd’un da bulunduğu Stonewater Yazlık Kampı’ndaki gençlere musallat olmaya karar verir.

Seksenli yılların slasher filmleri dendiğinde adı Friday the 13th ile birlikte en üstlerde anılan bu filmi bugün artık uzun uzadıya konuşmanın bir manası yok. Bu pek sevdiğim alt türe ait iyi kötü edilecek ne kadar söz varsa hepsinin tüketildiğini düşünüyorum. Bu yüzden The Burning’i biraz da döneminin filmleri ile etkileşimleri açısından ele almak istiyorum.

The Burning, Friday the 13th’in (1980, y. Sean S. Cunningham) açtığı yoldan ilerleyen bir film. Selefinin uygulayıp gişede beklenmeyen bir başarı kazandığı formül aynen bu filme aktarılmış. İki film karşılaştırıldığında birbirlerine üstün oldukları farklı noktalar göze çarpıyor. Friday the 13th’in finaline sakladığı duble sürprizi (katilin Jason’ın annesi olması ve finalde Jason’ın gölden fırlaması) ile The Burning’in sürprizsiz dümdüz ilerleyen senaryosu (Cropsy hastaneden çıkar ve kamptaki gençleri avlamaya başlar) karşısında daha başarılı olduğu aşikar. Buna rağmen karakter gelişimi açısından The Burning’in bu işe daha fazla emek harcadığı açıkça görülüyor. İlk kırkbeş dakika boyunca kamptaki gençleri izleyiciye tanıtıp sevdirmeye çalışan film bu sayede cinayetlerin etkisini arttırmayı hedeflemiş ki bunda kısmen başarılı olduğunu söylemek mümkün. Gerçi böylesine basit bir senaryoya sahip filmde karakter gelişimi ile vakit kaybetmek biraz garip kaçıyor ya, neyse.


Özel efektlere gelecek olursak her iki filmde de dönemin yükselen yıldızı Tom Savini’nin çalıştığı göz önüne alınırsa birini diğerinden üstün tutamıyorum. Ama filmin çatısını karakter gelişimini bir kenara bırakarak sadece 13 cinayet üzerine kuran Friday the 13th’indeki cinayet sahnelerinin üzerinde daha fazla kafa yorulmuş ve çok daha stilize olduğunu söyleyebilirim. Gerçi bu The Burning’deki efektlerin değerini azaltmıyor. Günümüzde artık tamamen bilgisayar efektlerine teslim edilmiş bu tip sahneler düşünüldüğünde The Burning’deki cinayet sahnelerinin etkileyiciliğinden gram değer kaybetmemiş olduğu görülüyor. Ancak filmde Cropsy’nin yangından deforme olmuş suratını filmin sonuna kadar gösterilmemesini bir eksiklik olarak görüyorum. Çünkü zaten katilin kim olduğu belli, yangında deforme olan vücudu hakkında hastanede yeterince gönderme yapılıyor, tamam belli bir yere kadar Cropsy’nin görüntüsünü merak etme duygusunu üst düzeyde tutmaya çalışmışlar ama bence Cropsy’nin deforme olmuş suratını çok daha önce göstermiş olsalar, cinayet ve kovalamaca sahneleri çok daha etkileyici olabilirdi.

Cropsy’nin hikâyesine bakalım; çalıştığı kampta kalan gençlere şiddet uygulayan alkolik bir adam kamptaki gençler tarafından (istemeden de olsa) yakılarak cezalandırılıyor, mucize eseri ölümden dönüyor ve yanmasına neden olan gençlerden birinin çalıştığı başka bir kamptaki gençleri öldürerek intikamını almaya çalışıyor. Şimdi bu hikâyedeki bazı noktaları değiştirirsek bakalım ortaya ne çıkacak; gençleri öldüren psikopat bir seri katil, sorumluluk(!) sahibi aileler tarafından yakılarak cezalandırılıyor, ölümden dönmese bile mucize(!) eseri rüyalar aracılığıyla istediklerini yapabilme gücüne kavuşuyor ve kendisini linç eden ailelerin çocuklarını öldürerek intikamını almaya çalışıyor. Cropsy’nin hikâyesi size de A Nightmare on Elm Street’in (1984, y.Wes Craven) kâbus karakteri Freddy Krueger’ı hatırlatmıyor mu?

Yazıda adı geçen artık kült statüsüne ulaşmış üç filmin enteresan sayılabilecek bir ortak noktası var. Her üç filmde de günümüzde yıldızlaşmış oyuncuların alt rollerde oynadığı görülüyor. Bilindiği üzere A Nightmare on Elm Street’de Johnny Depp, Friday the 13th’de ise Kevin Bacon var. The Burning’de ise çok küçük bir rolde Holly Hunter’ı ve daha öne çıkan bir rolde Seinfeld’deki Costanza karakteri ile özdeşleşen Jason Alexander’ı ilk sinema deneyimlerinde izlemek oldukça ilginç.

 

Öteki Sinema sitesinden alıntıdır...

 

 

Blackfoot yazlık kampında da,Kristal göl kampında olduğu gibi   yine gençlerin teker teker katledilmleri filmi sonuna kadar soluksuz izletmeyi başarıyor,The Burning kült korku kategorisinde 80'li yılların en önemli slasher filmlerinden bir tanesidir.



#4
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

13.Cuma (Friday The 13 th) 1980

 

F13_1_-_DE_Custom_DVD_Cover.jpg

 

 

1980 yılında başlayan 13.Cuma serilerinin tüm dünyada fanatikleri var, tıpkı Michael Myers (Halloween) ve Freddy Krueger (Elm Sokağı) gibi Jason Voorhees, gençleri kesip biçen ve ikona haline gelen bir anti kahraman yıllardır. Serinin ilk iki filminden sonra, devam filmlerinde gittikçe ürkütücü olmaktan çıkıp daha çok bir çizgi roman kahramanı gibi komikleşen Jason Voorhes’in en iyi filmi hangisiydi? sorusuna cevap vermek üzere, Amerika’daki şu meşhur Halkın Ödülleri oylamalarını yapan, People’s Choice Awards takımı, peoplechoice.com sitelerinde 13 Ocak Cuma 2012 günü , 13.Cuma filmleri için de bir anket düzenledi ve böylece 2012 yılında serinin tüm filmleri gözden geçirilerek, en sevilesi 13.Cuma’ya izleyici oylarıyla karar verilmiş oldu.

%19 oyla 2003 yılının filmi Freddy vs. Jason zirve ortağı olurken ki bana kalırsa bir felaketti, ankette 2009 yılında, tam da 13 Şubat Cuma gününde yayınlanan, bir yeniden çekim olan Marcus Nispel’in 13.Cuma’sı ve 1980 yılının Sean Cunningham imzalı ilk 13.Cuma filmi binlerce korku sineması fanatiğinin oylarıyla her ikisi de %33 pay almak üzere, 1 numaralı 13.Cuma filmleri unvanını paylaştı. Listede 3. sırada, % 7’lik payla 1993 yapımı “Jason Goes to Hell” ve 4. sırada %5 oy payıyla , 1984 yapımı Final Chapter filmleri var.

Açıkçası, bana göre de Marcus Nispel’in filmi, hem gişede hem de korku sineması izleyicisinin gözünde Jason’ın şöhretini kurtarmıştı. 2003 yılında teen-slasher filmlerinin atası Teksas Katliamını (Texas Chainsaw Massacre) tekrar hayata geçiren Marcus Nispel, yönetmen koltuğunda tıpkı Teksas filminin canisi Leatherface’i tekrar canavarlaştırdığı gibi Jason’a da aynı epik korkutuculuğu geri getirmiş oldu bu filmle. Özellikle Freddy vs Jason filminde her iki kahraman birer maymuna dönmüşken, klişelerden çekinmeden, ama birçok klişeye alternatifler de sunarak Jason Kristal Gölüne geri döndü ve 2000’lerde tekrar çekilen ünlü korku filmleri içinde en büyük hasılatı yapmış oldu. Gösterime girdikten hemen sonra sadece Amerika hasılatı 60 milyon doları geçen 13.Cuma, tekrar çekilen Halloween (2007), Sevgililer Günü Katliamı (2009) gibi yeni makyajlı yapımları geride bıraktı. Film ayrıca slasher filmleri arasında da tüm zamanların en iyi açılışlarından birini yapmış oldu ve 2000’lerde yeniden hayata geçirilen 80’ler efsanelerinin birincisi oldu Jason. İlk gecesinde 19 milyon dolar hasılat yapan filmin ilk haftasonunda sadece Amerika’da 40 milyon dolar hasılatı var kayıtlara geçen. Nitekim, Jason 13 Ocak 2012 tarihinde de hayranları tarafından, ilk filmle birlikte en sevilesi 13.Cuma filmi oluyor.



Peki filmi çekilen diğer devam filmlerinden çok daha çekici kılan neler var? derseniz; öncelikle Marcus Nispel’in çektiği film, her ne kadar 13.Cuma’nın 2009 versiyonu olarak sunulsa da sadece ilk filmin değil, serinin ilk üç filminin hikayelerini biraraya getiriyor. İlk filmde Jason’ın boğulduğunu sanarak , bundan sorumlu tuttuğu kamp danışmanlarını doğrayan Jason’ın annesi Pamela Voorhees karakterinin artık klasikleşen ölüm sahnesiyle başlayan yeni film ilk filme gönderme yapar yapmaz, sanki esas filme geçmeden bir seri kurban vermeye hemen başlıyor. Filmde ilk kurbanlar verilmeye başlanırken, özellikle uyku tulumuyla ağaca asılıp, ateşe bırakılan bir kurban sahnesi var ki, daha başından filmin son çekilen seriler kadar gülünç olmadığının , yeterince dehşete düşüreceğinin sinyallerini veriyor. İlk olarak 1981 yılında çekilen ikinci filmde , kafasına çuval geçiren haliyle gördüğümüz Jason’ın, bu yeni filmde de kafasında çuvalla ortaya çıkışıyla yeni film ikinci filme de gönderme yaparak bol kanlı bir başlangıç yapıyor.

Filmde Clay (Jared Padalecki) karakteri kayıp kız kardeşi Whitney’i (Amanda Righetti) ararken, başka bir ikinci filme gönderme sahnesine daha şahit oluyoruz ve bu korku filmi fanatikleri için çok çekici. Whitney karakteri bu filmde tıpkı orijinal serinin ikincisindeki Ginny (Amy Steel) karakteri gibi Jason’ı, annesini taklit ederek kandırıyor. Filmde korku filmlerinde promisköz (düşkün) cinselliklerinin cezalandırıldığına alıştığımız sevişen gençler bu filmde de yine kurbanlar haline geliyor. Bu kez sevişmeler belki kimilerine biraz daha cesur gelebilir ama filmin bütününde son derece abartılı ve bu filmin tatsız taraflarından biri. Bu yeni filmde klişe olarak filmlerde alıştığımızın aksine iyi kız, ya da bakire kız ya da daha net olarak sevişmeyen yardımsever kızın bile bu kez sembolik olarak ırzına geçildiğini görüyoruz ve bu anlamda film, yeni dönem korku filmleri için bir dönüm noktası başlatıyor. Jenna (Danielle Panabaker) filmin başından itibaren empati kurabileceğiniz ya da izleyiciye sevdirilmek istenen tek karakter. Üstelik ahlaksız, küstah sevgilisi Trent’in adi davranışlarına rağmen Clay ile beraber hem Whitney’nin yardımına koşuyor hem de hiç orasını burasını açmadan film boyunca sözde iyi kız oluyor. Ne var ki, Jason yönetmenin izleyiciye sevdirdiği bu iyi kızcağızın içine palayla giriyor ve bir anlamda klişe bozuluyor. Film cici kız klişesini sürpriz şekilde bozmakla beraber, bir yandan da 1980 yılının efsane 13.Cuma’sındaki doğal cinselliği ve naifliği de bozuyor. 80’lerin filmlerinde gençler sanki biraz ürker gibi, sevişmekten büyük heyecan duyar gibi ilk deneyimlerini yaşayan ergenlik dönemi gençlerinin profilinden uzaklaşmazken, bu filmin gençleri hem yaşça daha büyükler , hem de hepsi birer porno yıldızı gibi fazla deneyimli havasında görülüyorlar. Bu tablolar korku sinemasında yeni bir dönem başlatan ayrıntılar.



Filmde sempati duyabileceğiniz karakterler sadece Clay ve Jenna olarak kalırken, karakterlerin profilleri hiç doğru dürüst verilmiyor ki , bu korku filmlerinden alıştığımız bu “en önce gider” tiplemeleri klişesinin bu filmdeki devamı sayılabilir. Filmde yine hep alıştığımız, “kampa gitmeyin “diyen yaşlı amcalar yerine bu kez yaşlı bir teyze gençlere ilk uyarıyı yapıyor ki , bu da kadını korku filmlerinde alıştığımız yerinden eden başka bir yenilik. Yeniliklere rağmen yönetmen bu türün seyircisini en çok tavlayan klişelere girmekte sakınca görmüyor. Aniden karşımıza çıkan ve havlayan bir köpeğin seyircinin ödünü patlatması ya da kamp ateşi etrafında korku hikayelerinin anlatılması gibi sevilesi klişeler.

Bana kalırsa filmdeki tek eksiklik Jason filmlerini efsaneleştiren Harry Manfredini’nin müziği ve ormanın sessizliği. Her ne kadar belirli yerlerde bu müzikten yararlanılsa da ilk film kadar etkili değil. Orman bir türlü sessiz kalamıyor ve bu gürültünün en büyük sebeplerinden biri de Aaron Yo’nun canlandırdığı Chewie karakteri. O kadar rahatsız edici ve itici ki, imkanınız olsa işini Jason’a bırakmazsınız. Ancak Jason bu filmde diğer filmlere oranla çok daha psikopat bir imajla sunuluyor ve bu eksik kapatılıyor. Dürüst olmak gerekirse, filmin başında hızlıca geçiştirilen Pamela Voorhees hikayesi bu filmin sinema tarihindeki şöhretine ihanet ediyor. 1980 yılının ilk filminde Jason’ın annesini canlandıran Betsy Palmer’ın yerini hiç kimse tutamayacak. Sanatçıya aynı rol 2001 yılında Jason X ve 2003 yılında Jason vs Freddy filmleri için teklif edilmiş ve oyuncuyla anlaşma sağlanamamıştı. Bana kalırsa ilk filmden çekimler kullanılması bile çok daha etkileyici olabilirdi. Filmin tüm bunlara rağmen fanatikleri için birçok çekici tarafı var. Hem açılış sahnesinde, hem de final sahnelerinde ilk filme yaptığı göndermeler için yarattığı yepyeni buluşlar filmi çok cazip kılıyor. Korku fanatikleri için özellikle 2000’ler sinemasında Testere filmleriyle alıştığımız uzun süren sahnelerdeki işkence edilen kurbanlar yerini 80’lerdeki gibi beklenmedik şekillerde ölen kurbanlara bırakıyor, üstelik 80’lerde herkesin rahatsız olduğu “niye kaçmadı, niye uçmadı?” kurban tipinin yerini kaçan, mücadele eden ama tuzağa düşen kurbanlar alıyor. Bu filmde ayrıca Jason’ın ikonlaşan buz hokeyi maskesine kavuştuğu 3.filme rağmen maske hikayesi çok daha epik bir dille anlatıyor ve izleyiciyi efsanenin başladığına inandırıyor. Yine filmin bir sahnesinde, sualtından yapılan çekimlerde Chelsea karakterini su altından izlerken, Jaws filminin gece karanlığında köpekbalığına ilk kurbanını verdiği meşhur sekansı hatırlıyorsunuz. Burada Jason hem palasıyla, hem de bir köpekbalığı gibi savunmasız gençleri acımasızca yokediyor ve belki de yine aynı kamp geleneğiyle özellikle ergenlik dönemi gençleri için, ya da bu döneme ait takıntıları olan gençler ya da büyükler için, ayrıca acımasız olabilmeyi isteyen herkes için bir kahraman oluyor. Özellikle hassas ve zor bir dönem geçiren ergenlik çağı gençleri tam da bu kırılganlıklarından kurtulmak isterlerken, aynı kırılganlıkta ve savunmasızlıktaki gençlerin teker teker öldürülmesi psikolojik olarak ergenleri bilinçaltında rahatlatıyor, bu yüzden teen slasher türü her dönem izleyici bulmaya , her dönem gençleri çekmeye devam ediyor. Sadece ergenlik dönemini yaşayan gençler için değil, kalbi kırılmış ya da hassasiyetlerinden kurtulmak isteyen birçok izleyici için aslında Jason bir katil değil, bir kahraman. Altını çizdiğim gibi onlarca 13.Cuma filmi arasında Marcus Nispel’in 2009 tarihli “13.Cuma” filmi Jason’ın şöhretini en iyi şekilde kurtarıyor. Anketlerde de hala en sevilesi filmler 1980 yılının ilk filmi ve 2009 yılının yeniden çekimi olarak çıkıyor ve bu iki film Kristal Gölü Kampının Jason efsanesini hala ayakta tutuyor.

 

Korku sitesinden alıntı...

 

Jason efsanesi yıllar geçsede bitmeyecek,en iyi kült korku serilerinden bir tanesi,kesinlikle bir mihenk taşı.



#5
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Mezuniyet Günü Katliamı (The Prowler ) 1981

 

max1359157094-frontback-cover.jpg

 

 

II. Dünya savaşının ardından Amerikan birliklerini getiren devasa büyüklükteki Queen Mary gemisinin ve acı günleri geride bırakıp sevdiklerine kavuşmanın heyecanıyla limana koşmuş binlerce insanın sevgi seli görüntüleri eşliğinde kısa bir Amerikan propagandasının akabinde Rosemary’nin hazin mektubuna odaklanırız. Rose mektupta sevdiği gence beklemeye tahammülü kalmadığını ve kendisinden umudu kesmesini söylemektedir.

28 Haziran 1945. Avalon Bay’da bir mezuniyet gecesi. Dört bir yanı ışıklarla süslenmiş görkemli bina 45 mezunları ve onların asker sevgililerine ev sahipliği yapmaktadır. Orkestranın şarkıları ile dans eden gençler arasında sıkılan Rosemary ve yeni sevgilisi Roy az sonra başlarına geleceklerinden habersiz tenha bir göl kenarında aşklarının son demini yaşamaktadır. Nitekim askeri kamuflaj elbiseleri giymiş; yüzü de dahil olmak üzere her tarafı sarılı bir katil, tırpanı ile gecenin karanlığını kana boyarken genç Rosemary’nin eline kırmızı bir gül bırakarak mektuba cevabı en acımasız şekilde verecektir.

1980… 35 senedir ara verilen mezuniyet gecesi kutlamaları için hazırlıklar devam etmektedir. Şerif yardımcısı Mark, kasabayı kolaçan ederken yıllardır rafa kaldırılan bu önemli gece öncesi şerifin izne çıkıyor oluşunun verdiği huzursuzlukla daha bir heyecanlıdır. Şerifin ağzından giderayak Rosemary’nin babası Binbaşı Chatham’ın felçli olduğunu ve tekerlekli sandalyeye mahkum bir şekilde yıllardır evinden çıkmadığını öğreniriz. Üstüne üstlük evin tam karşısında kızlar yurdu bulunmaktadır ve Rosemary’nin katili de işlediği cinayetin ardından asla bulunamamıştır.



Geçmişten gelen intikam hikayeleri için biçilmiş kaftan olan mezuniyet geceleri, korku sinemasında teen slasher alt türünün gelişmesine katkıda bulunan en önemli donelerden biridir. Dönemin gençliğine de ışık tutan bu geleneksel gece, kendinden önceki tutucu ve muhazafakar kuşağın yerini, yavaş yavaş, daha liberal düşünen ve özgürlük konusunda daha cüretkar davranan bir kültüre nasıl bıraktığının tespitinde önemli bir rol oynar. İşte bu noktada, her zaman zikredildiği gibi bu alt- türe ait filmlerin ortaya çıkmasındaki maksatlardan biri de gençlerin sınır tanımayan özgürlüklerine gem vurmak ve oluşturdukları psikolojik baskı ile onları bir nebze olsun kontrol altında tutabilmektir.

Dönemin ‘Prom Night’, ‘Graduation Day’ gibi mezuniyet gününü esas alan filmleri arasından daha bir ön plana çıkmayı başaran ‘Prowler’ in bu başarısında katilin hemencecik zihnimizde yer eden askeri kıyafetleri ve cinayetler sırasında kullanılan makyaj efektleri önemli bir yer tutar. Özellikle kız yurdu ve Binbaşı Chatham’ın evinde yapılan iç çekimlerde kameranın merdivenlerde ve odalarda tedirgin edici bir biçimde ilerleyişi gerilimi oluşturmada muntazam bir işlev üstlenir. Ancak tek olumsuz eleştiri getirebileceğim nokta da bu safhada ortaya çıkar. Şerif yardımcısı ve Pam’ın esrarengiz şahsın peşinde yaptıkları araştırmaların müddetinin gereğinden fazla uzun tutulması slasherlerin değişmezi olan kurbanların belirli aralıklarla telef olması kuralını sekteye uğratmıştır. Bu handikap yüzünden bazı sahnelerde gerilim yerini bir süre sonra yorucu bir bekleyişe bırakır.

Ama bu durum ‘Prowler’in slasher klasiklerinden biri olarak anılması için asla engel teşkil etmez. Filmdeki cinayet sahnelerinin gerçekten ayırt edilemeyecek kadar iyi olmasında dönemin meşhur makyaj ustalarından Tom Savini’nin (Friday the 13th, Maniac, Dawn of the Dead, Burning ) etkisi çok büyüktür. Özellikle gore efektlerinde muazzam işlerin çıkarılması ve seri katilin askeri kıyafetlerle desteklenerek kostüm tasarımı açısından katile, özgün ve farklı bir kimlik kazandırılması ‘Prowler’i diğer seri katil filmlerinden birkaç kategori üstte tutan yapım artılarıdır. Ayrıca katilin hemen açık edilmemesi ve filmin finaline kadar cinayetlerle ilgili gizemin korunması da heyecanın azalmamasını sağlayan önemli bir etkendir.

Slasher tutkunları için bulunmaz bir nimet, korku severler içinse ekran başında geçen dakikalarını yazık etmeyecek bir klasik ‘Prowler’. Sözün özü: Bir erkeği, hele hele sizin özleminizle yanıp tutuşan askerdeki bir erkeği reddetmeden önce iki kere düşünün. Bedeli canınız olabilir!

 

Korku Sitesinden alıntı...



#6
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Sevgililer Günü Katliamı (My Bloody Valentine ) 1981

 

My-Bloody-Valentine-1981-Wide-Screen-Fro

 

Küçük bir madenci kasabası olan Nova Socia büyük bir Sevgililer Günü partisine hazırlanmaktadır. Bu parti 20 yıldan beri, küçük kasabada düzenlenecek ilk sevgililer günü partisi olacaktır. 20 yıl önce, en son düzenlenen parti sırasında bir kaza meydana gelmiş ve birçok madenci, tünellerdeki bir patlama sonucunda ölmüşlerdir. Bu kazanın nedeni, güvenlikten sorumlu vatandaşın işi gücü bırakıp partiye katılmış olmasıdır. Kazadan sağ salim kurtulabilen tek madenci olan Harry Warden daha sonra kafayı sıyırıp partiye katılan herkesi doğramıştır. Warden akıl hastanesine götürülürken kasabada sevgililer günü kutlanmaması konusunda geri kalanları uyarmıştır. Ancak aradan 20 yıl geçmiştir ve sevgililer bicir bicir böcekler gibi kıpraşmaya, iğrenç yuvalarından dışarı çıkıp dolanmaya başlamışlardır. Yalnız şu var ki, Harry Warden tepelerinden çok kötü bakacak, kalp şeklindeki hediye kutularının içlerine kaplerini dolduracaktır.

 

80'li yılların  Slash tarzına damga vurmuş filmlerinden bir tanesi...



#7
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Cehennem Gecesi (Hell Night ) 1981

 

max1250571707-front-cover.jpg

 

 

Korku filmlerindeki tipik Amerikan gençleri, hiçbir şey yapmasalar da ölümü hakedebilecekleri halde, yerlerinde duramayıp başlarını belaya sokmakta ustalar. İnsan bu kadar da ölüme susamaz ki canım… Neden uğursuz bir eve gidersin, niye sabaha kim çıkacak muhabbeti yaparsın, neden ilk boşluk anında yatay pozisyona geçersin?.. Bence bu dangalak gençleri teker teker geberten katillere, ağır tahrik sebebiyle suç indirimi yapılmalı.

Üniversiteye yeni gelen çaylaklar “Alfa Sigma Rho” kulübüne girebilmek için zorlu bir sınavı tecrübe etmek zorundadırlar. Garth Manor’da bir gece geçirmek o kadar da kolay değildir. Efsaneye göre yıllardır Garth sülalesine ait olan bu terkedilmiş malikanede 12 yıl önce bir facia yaşanmıştır. Raymond Garth’ın eşinden olan dört çocuğu da deformiteli doğmuştur. Biri geri zekalıdır, biri mongoldur, biri sağırdır, biri topal kargadır, biri hem kel hem foduldur…falan. Bir cinnet anında eşini ve çocuklarını hunharca katleden, sonrasında intihar eden adamın evi polislerce araştırılırken, bir çocuğunun cesedi bulunamamıştır. Efsaneye göre katliama tanık olup iyice sıyıran bu çocuk yıllarca bu terkedilmiş evde tek başına yaşamıştır.

Kulübün kaptanı ve partinin yöneticisi Peter, merasimle eve kapattığı 4 çaylağa (Marti, Jeff, Seth ve Denise) bu hikayeyi anlatır. Elektrik ve telefonun olmadığı bu korkunç evde sabahlamak zorunda kalan gençleri bekleyen bir sürü tatsız sürpriz vardır. Onları korkutmak için eve tertibat döşeyen, korkunç maskeler ve aniden fırlayan objelerle değişik şakalar hazırlayan Peter’a iki arkadaşı (Scott ve May) yardımcı olur. Fakat gençlerin tahmin edemediği şey, efsanenin gerçekleşeceği ve Garth ailesinin hayatta kalan tek elemanının onları teker teker öldüreceğidir.

Film bir klişeler yumağı. Korkunç şakalar hazırlayan hafif psikopat genç (Peter); iyi, terbiyeli, ahlaklı kız (Linda Blair’in canlandırdığı Marti); keza aile terbiyesi görmüş genç (Yalan Rüzgarı’nda mıymıntı doktor Scott rolüyle hatırlayacağımız aktör Peter Barton’ın canlandırdığı Jeff); aşırı hiper aktif, sportif (neden bu tür filmlerde böyle aşırı hareketli bir sporcu olur ve komik olmayan espriler yapar?) genç (Seth) ve onunla yatağa gireceğini kolaylıkla tahmin ettiğimiz sarışın koca memeli bimbo (Denise) bu tür filmlerdeki “ölüm sırasını” belirleyecek ipuçlarını veren karakterler. Peki kötü mü? Kesinlikle değil. Bu ve benzeri filmler, çekildikleri tarih de göz önüne alındığında, korku filmi literatürümüzü ve belleğimizi geliştiren temelleri oluşturuyor. Bu aşina olduğumuz konu nasıl farklı bir biçimde aktarılır, onu gösteriyor. Ölüm sahnelerinin çiğ şiddeti onların iyi görüntülenmesinden kaynaklanıyor. Günümüzdeki çoğu slasher’da olmayan iyi yönetim, bir sahnenin korku uyandırması için nasıl çekilmelidir öğretisi, burada her haliyle gözümüze çarpıyor. Alın size, ayaklarından tutularak bir çukura çekilirken etrafındaki şeylere tutunmaya çalışan, çığlık çığlığa toprağı tırnaklayan kızın sahnesi… Tek kelimeyle dehşet!

Eğer bir Mario Bava klasiği beklemezseniz mekan kullanımı ve müzik de güzel. Tek bir mekanda çekildiği halde film sıkmıyor. Özellikle bahçedeki kovalama sahnelerinin gerilimi lezzetliydi. Belki de müziğin filmin uygun yerlerinde vurgu yapmasından kaynaklanıyordur. Işık kullanımı, renkler de kendisinden beklenmeyecek düzeyde. Mesela, salonda açık kapıdan gelen mavi ışıkla aydınlanmış, yerden alınmayı bekleyen tüfeğin olduğu sahnedeki görsellik estetik duygulara seslenecek güzellikteydi.

Velhasıl iyi bir film. Vasat üstü bir gerilimi var. Vaad ettiğini yerine getiriyor. Bu rolüyle en kötü aktrist dalında Razzie adayı olan (ama maalesef ödülü Bo Derek’e kaptıran) Linda Blair için bile izlenmesi gereken bir film. Ben beğendim…

 

Korku sitesinden alıntı...

80'li yılların slash tarzının en iyi temsilcilerinden....

 

Tam bir kült korku klasiği...



#8
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Newyork Kasabı (The Newyork Ripper ) 1982

new-york-ripper-2010-ws-r2-front-cover-6

 

 

Lewis’den sonra gore konusunda ikinci bir isim varsa o da Lucio Fulci’dir. Gizem dolu slasher filmi New York Ripper, kadın katliamı dendiğinde ilk aklıma gelen filmlerden biri. Katilin çıkardığı ördek sesleri ve hunharca tarzı unutulmazlar arasına girmesi için yeterli. Bolca karın deştiği, boğaz parçaladığı sahne dışında vajina bıçaklaması da filme ayrı gaddarlık katmıştır. Zihnimin derinliklerinden silinmeyen sahnelerden biride arabalı vapurda işlediği cinayet. Burada deşmekle kalmayıp meme uclarını keserek mevzuya renk katıyor.Şişeyle vajinasını değiştiği kurbanının dışında olgun kadınla birlikte olduğu sahne de gerçekten çok iyi.

 

Korku Sitesinden alıntı...

newyork.jpg

 

Kurbanlarini kadinlardan secen,polisle telefonda konusurken donald duck in sesini kullanan bir seri katil, ve yine yutmasi zor olan bir lucio fulci filmi.1982 yapimi.

 

İstismar filmlerinin en önemli yapımlarından bir tanesidir,tam bir kült klasik,hunharca ve vahşice işlenen cineyetleri başka bir filmde görmemiştim.



#9
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Elm Sokağında Kabus (Nightmare on Elm Street) 1984

coverdxx.jpg

 

 

Jason Voorhees ile başladığım ‘Ceset Sayısı‘ dosyasına, Freddy Krueger ile devam ediyorum. Aslında dosyaya 70 kurban ile sayı olarak ikinci sırada bulunan Michael Myers ile devam etmeyi planlamıştım ancak 2010 model yeni Freddy ile tanışmamıza az bir zaman kalması fikrimi değiştirmeme neden oldu. Freddy Krueger’ın slasher katilleri arasında en ayrıcalıklı yere sahip olduğunu söylersem sanırım doğru bir tespit olacaktır. Bunun en büyük nedeni Freddy’nin ‘rüyalar’ ve ‘kabuslar’ gibi sınırsız bir oyun oynama sahasına sahip olması. Bu sahada Freddy o kadar güçlü ki, insanın aklına hayaline gelmeyecek yaratıcılıkta cinayet sahnelerini bizlere sunabiliyor. Akranları Jason Voorhees, Michael Myers ya da Leatherface, hatta Chucky ile Pinhead sınırlı alanları içinde sınırlı atraksiyonlarda bulunurlarken, Freddy’nin böyle bir derdi yok ve aynı zamanda diğerlerine göre böyle bir lüksü var. Jason, Myers ya da Leatherface kurbanlarına sadece yokedilmesi gereken bir et parçası gözüyle yaklaşan, diyalogdan uzak katil profili çizerlerken, Freddy tam tersine diyalog kuran, kurbanlarıyla oyunlar oynayan, hatta espri yaparak eğlenen yönüyle de diğerlerinden ayrılıyor.
anightmareonelmstreet-32.png
Bir akıl hastanesinde 100 delinin Amanda Krueger adında bir rahibeye tecavüz etmesi sonucu gayrimeşru olarak dünyaya gözlerini açan Freddy, bu özelliğinden dolayı 100 sapık gücünde bir seri katil. Aslında Freddy’nin hepimizin nefretini kazanması gereken bir yanı var, çünkü ilgi alanı çocuklar. Ancak O buna rağmen o kadar sevilen bir anti-kahraman ki, tüm dünyada bir kültür ikonu haline geldiğini, hatta Noel Baba’dan bile daha meşhur olduğunu söylersem sanırım abartmamış olurum. Bir çocuk katili olması sebebiyle Springwood ahalisi tarafından yakılarak cezalandırılan Freddy Krueger öldükten sonra çok daha korkunç bir şekilde geri dönerek intikam peşinde koşuyor ve ’8′ Elm Sokağı filmi boyunca 37 genci katlediyor. Yani bir nevi ebeveynlerin cezasını çocuklarına ödetiyor. Bu sayı Jason ve Michael Myers’ın yanında oldukça sönük görünüyor olabilir ancak işin aslı yaratıcılık konusunda ikisinin de Freddy ile başa çıkamayacağı.

 

 

Nancy, kabuslar görmektedir. Kabuslarla dolu uykularında, bir şey onu öldürmek ister. Canavarca bir şey.. Durdurulamayan.. Ancak, Nancy’i bekleyen daha korkunç şeyler vardır. Çok, çok daha korkunç.

Nancy, okul arkadaşlarının da aynı şeytani rüyayı gördüklerini ve parçalanarak öldürüldüklerini öğrenir. Aynı rüyayı gören arkadaşları uykularında, rüyalarındaki vahşi canavar tarafından parçalanmaktadır.

Araştırmayı yapan polis, Nancy’nin kanı donduran açıklamasını göz ardı edince, Nancy, bu korkunç katille olan olağan dışı savaşını sürdürmek için kabuslar cehennemine geçme hazırlıkları yapar. Kabuslar cehenneminde, Nancy karanlık, yıllara uzanan bir sır olan “Elm Sokağında Kabus” gerçeğiyle yüzleşir..

Yazar ve yönetmen Wes Craven, en derindeki ilkel korkularınızı açığa çıkaracak, çağdaş bir korku fantezisi yaratmıştır. Ancak, kendinize “Bu sadece bir rüya” diyebilirsiniz, öyle değil mi?

70’li yılların sonunda, 80’lerin başında Sean Cunnigham, John Carpenter ve Tobe Hooper korku türünü tanımlamışlarsa da, Wes Craven, aynı türü sadece bir kez değil, – Çığlık filmiyle birlikte – iki kez üst üste tanımlamıştır. Ancak, Çığlık’tan önce Elm Sokağında Kabus ve 100 delinin gayri meşru oğlu Freddy Krueger vardır. Pek çok film gibi bu filmde, korkunun “kurallarına” sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. (Korku sinemasının kurallarıyla ilgili herhangi bir fikriniz yoksa, bilginiz için bu kuralları kısaca sıralıyoruz: ‘Bakire’ hayatta kalır, cinsel ilişkiye girerseniz ölürsünüz, alkol ya da uyuşturucu alırsanız yine ölürsünüz. “Geri döneceğim” diyemezsiniz; çünkü dönemeyeceksiniz (daha detaylı bilgi için Çığlık Üçlemesindeki Randy’i inceleyebilirsiniz). 1984 yılında ise, sizi rüyalarınızda öldüren katille ilgili bu küçük film gösterime girmiştir.

nightmare-on-elm-street-freddy-nancy.jpg



İlk bakışta basit bir konsept gibi görünse de, baş karakter Nancy’nin sadece düşmanına karşı değil, alkolik annesinden ve babasının olmamasından kaynaklanan travmaları, aklını kaçırdığı kanısı ve uykuyla da savaştığını görmek ürkütücüdür. Nancy çok geçmeden uyursa öleceği sonucuna vardı. Nancy, içinizi acıtan karakterlerden biridir. Duygusuz ya da düşmanından bağırarak kaçan basit bir karaktere dönüştürülmemiştir. Amerika’daki bir çok genç gibi duyguları ve sorunları vardır.

Film oldukça tipik bir tarzda başlar. Freddy Krueger, korku filmi kurallarına göre ektiklerini biçecek olanların izini sürmektedir. Freddy, sınırlı miktardaki konuşmaları ve ürkütücü görünüşüyle, korku salan biridir. Serinin devam filmlerinde, daha şakacı bir caniye dönüşüyorsa da, Krueger’ı serinin başında üst seviyede korku salarken izliyoruz. Ancak, filmin bir yerinde heyecan artar ve Nancy’nin, film boyunca cinsel ilişkiye girmeyen, kibar ve tatlı erkek arkadaşı Glen’in ölümüyle de doruk noktasına çıkar. Kendinizi tutamayıp, “Bu haksızlık, o ölmemeliydi” dersiniz. Esasen, Craven’ın göstermenizi istediği tepki işte tam da budur.





Korku, Freddy’nin kesin ölümüyle sona ermez. Craven, “Daha ölmedi” tarzındaki sonla, hala korku türünün tipik sonlarına uygun olarak -fakat kendi üslubuyla- hareket eder. Craven, sizi sonunda her şeyin yoluna girdiğine, olanların hastalıklı bir rüyadan ibaret olduğuna ve rüyaların sizi incitemeyeceğine inandırarak rahatlamanızı sağlar. Şeytan filminin sonuna benzer bir şekilde, iyinin mi yoksa kötünün mü galip geldiğine karar vermeyi size bırakarak, sizi şaşırtır.

Bir düşünün, Nancy için hangisi daha zordur? Freddy’nin izini sürmek mi, yoksa gitgide artan uyku bozukluğu mu? Herhangi bir insan uykusuz kalarak, ne kadar süre akıl sağlığını koruyabilir ki? Ayrıca, film, derin bir uykudaki Amerikan kasabalarının içlerinde bir yerlerde çürümüş bir şeyler olduğunu da gösterir. Nancy, arkadaşları ve ailelerinde vücut bulan bu banliyö manzaraları, ahalinin toplanıp Freddy Krueger’ı yakması, çocukları taciz edip öldüren Freddy’nin kendisinden – bir bakıma – daha korkunç sayılabilir. Tıpkı Stephen King gibi Craven da, yaptığı işlerde, en korkunç şeylerin başınıza küçük, sessiz kasabalarda gelebileceğini göstermekten zevk alır. Bunun nedeni belki de o sıralarda ortaya çıkan sayısız seri katille Amerika’nın başının dertte olmasıdır. Nedeni her ne olursa olsun, bu film pek çok açıdan klasikler arasında yerini almıştır ve kimse bunun aksini söylemeye cesaret edemez..


nightmare-elm-street-1984--large-msg-131


BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ ?

- Yönetmen Wes Craven, Freddy Krueger’in isminin, ona okulda zorbalık yapan bir hademe çalışandan geldiğini; dış görünüşünün ise, gençken onu ürküten bir serserinin dış görünüşünün değiştirilmiş hali olduğunu söylüyor.

- Glen yatağa çekilmeden hemen önce, televizyon kanalı ismini anons ediyor; “KRGR”

- Nancy’nin uyanık kalmak için izlediği film, Sam Raimi’nin The Evil Dead (Şeytanın Ölüsü filmidir. Wes Craven’a teşekkür etmek amacıyla, Sam Raimi, (Şeytanın Ölüsü II), filminde mahzenin tavanından sarkan, gizlenmiş bir Freddy eldivenine yer verdi.

- Yönetmen Wes Craven’in aklındaki asıl Freddy Krueger konsepti, çenesinin üzerindeki etten görünen dişler, yaralarla kaplı bir surat ve kafatasının, başından görünen bir kısmıyla çok daha korkunçtu. Makyaj uzmanı David B. Miller, bir aktörün inandırıcı biçimde o hale getirilemeyeceğini, bir kukla ile film çekilmesinin zor olacağını ve bir kuklanın, gerçek oyuncularla uyum sağlayamayacağını söylemesi üzerine, Wes Craven fikrinden vazgeçti.

- Bu filmin özel efektler bölümünde, Jim Doyle iki kez Freddy’i oynadı; Freddy’nin kötü üne sahip eldivenini yarattığı filmin ilk sahnesinde ve bir kez de Freddy’nin Nancy’yi küvete çektiği sahnede. Jim Doyle’ın eşi Cristina Johnson ise, sualtına çekildiği sahnede Nancy’i oynadı ve yapış yapış merdivenlerdeki sahneler için el ve ayak dublörlüğü yaptı.

- Nancy’nin, Tina’nın evinde uyuduğu ve Freddy’nin duvarı aşıp yatağın üstüne geldiği sahnede, (13. Cuma filmlerinden) Jason’ın hokey maskesi görülmektedir.

- Johnny Deep, arkadaşı Jackie Earle Haley’e seçmelerde eşlik ederken, ona seçmelere katılmak isteyip istemediğini soran yönetmen Wes Craven tarafından keşfedildi.

- Son sahnede, üstü açılabilen arabanın, üst kısmı beklenenden daha hızlı ve sert bir şekilde aşağıya indi. Aktörlerin yüzlerindeki ifade bu nedenle gerçektir.

- Nancy’nin banyo küveti, bir yüzme havuzunun üzerine inşa edilmişti. Aktris Heather Lagenkamp, filmin çekim süresi boyunca, 12 saatini bunun içinde geçirdi.

- Bu film, New Line Cinema’nın yaptığı ilk gerçek filmdir. Bundan önce, sadece üniversite kampüslerine dağıtım yapan bir şirketti.

- Bu film, Freddy’nin sert kırmızı kolları olan bu süveteri giydiği tek filmdir. Bundan sonra giyilenlerin hepsinin kollarında, aynı zamanda, yeşil şeritler de vardı.

ANOES_1_-_OAS_-_Custom_DVD_Cover.jpg

Freddy Krueger Makyaj Videosu

- Orijinal eldiven, Elm Sokağında Kabus Bölüm 2: Freddy’nin İntikamı filminde de kullanıldı ancak daha sonra kayboldu. Orijinal eldiven, 1986 yılında, Şeytanın Ölüsü II adlı film için de kullanılmıştı.

- Bu filmden elde edilen başarıyla, New Line Cinema iflastan kurtuldu, ve adı “Freddy’nin inşa ettiği ev”e çıktı.

- Nancy’nin rüyalarının “incelendiği” ve saçlarının beyazladığı sahnede, hemşireyi Wes Craven’ın karısı Mimi oynadı.

- Yönetmen Wes Craven, daha önce de kendinden sonraki filmlere temel oluşturan “The Hills Have Eyes” (Tepelerdeki Gözler) ve “Last House on the Left” (Soldaki Son Ev) filmleriyle dikkatleri üzerine çekmişse de, bu film onu herkesin tanıdığı bir isim haline getirdi ve yaptığı diğer korku filmlerinin ölçüleceği bir standart belirledi. Bu, 1996 yılına, yani “Çığlık” filminin piyasaya çıkmasına kadar aşamayacağı bir standarttır.

- Kötü adam Freddy Krueger’ı oynayan Robert Englund, yıllar içinde, aralarında Tobe Hooper’ın filmi (Eaten Alive adıyla da bilinen) “Ölüm Tuzağı”, “Galaxy of Terror” (Korku Galaksisi) ve “Dead and Buried” (Mezardaki Ölü) filmlerinin de bulunduğu sayısız korku filminde rol almasına rağmen, belki de en çok kült bilim kurgu serisi “V”’deki komedyen yardımcısı, vejetaryen kertenkele yaratık Willy rolüyle – bu film Elm Sokağı’ndan daha önce olsa bile – hatırlanmaktadır.

- Şerifi oynayan John Saxon’un, “Battle Beyond the Stars” (Yıldızların Ötesindeki Savaş), Dario Argento’nun “Tenebre” filmi ve “Cannibal Apocalypse” (Yamyamların Gizemi) gibi geniş bir yelpazedeki korku ve fantastik filmlerle olan ilişkisi uzun bir süreye dayanmaktadır. Bunun yanı sıra, Bruce Lee’nin destansı filmi, “Ejderin Kalesi” ve daha yakın bir tarihe ait olan Quentin Tarentino’nun vampir filmi “From Dusk till Dawn” (Günbatımından Şafağa)’da da rol aldı.

- 6 tane devam filminin çekilmesine ek olarak, 90’lı yılların başında, film “Freddy’nin Kabusları” ismiyle televizyon dizisi haline de getirildi. Bunların, Elm Sokağıyla hiçbir ilgisi yoktu. Bu televizyon dizisi sadece, Freddy Krueger tarafından sunulan alacakaranlık kuşağı tarzındaki bir öykü hikayeleriydi..

- Bu film için ayrılan bütçe, 1.8 milyon dolar’dı, ancak film sadece ABD’de 25.5 milyon dolar hasılat yaptı.

Korku sitesinden alıntı...



#10
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Absurd (Rosso Sangue ) 1981

 

absurdzj4.jpg

 

Yönetmenliğini Joe D’Amato’nun yaptığı, senaristliği ise George Eastman’a ait 1981 yapımı İtalyan korku filmi Rosso Sangue, Anthropophagus 2, Horrible ve The Grim Reaper 2 isimleriyle de biliniyor.

Absurd, İngiltere’de yayınlanan Video Nasties listesine girmiş, yasaklı filmlerden birisi. 1984 yılında İngiltere’de yasaklanan filmin piyasada “cut” ve “uncut” versiyonları bulunmakta. İngiltere’deki Medusa Home Video’dan çıkan Absurd, diğer Video Nasties filmleri gibi video kaset koleksiyonerleri arasında oldukça değerli ve aranan bir film.
absurd2.jpg
Film, Amerika’da 80’li yıllarda Wizard Video tarafından Monster Hunter ismiyle piyasa sürülmüş. Ayrıca Alman black metal grubu Absurd’e de ismini bulmasında ilham kaynağı olmuş.

Absurd, Joe D’Amato’nun erken dönem filmleri kadar başarılı olmasa da içerdiği aşırı gore sahnelerle türün fanlarını ve D’Amato hayranlarını tatmin edecek boyutta.  Filmin senaristi ve aynı zamanda başroldeki cani karakteri canlandıran George Eastman, D’Amato’nun fetiş oyuncularından biri. D’Amato birçok projeye George Eastman ile birlikte imza atmıştır.

Absurd, bir rahibin bir adamı kovaladığı gotik bir sahne ile açılıyor. Anthropopaghus’un son sahnesinde George Eastman’i iç organlarını yerken bırakıyorduk. Burada da ilk filme bir gönderme gibi George Eastman ilk sahnede karnı yarılmış ve iç organları elinde bir şekilde çıkıyor. Vahşet sahneleri haricinde filmin temposu son yarım saat hariç çok yüksek değil. Son yarım saatte şiddetin artmasıyla birlikte tempo da oldukça yükseliyor. Buna Carlo Maria Cordio’nun sinir bozucu müziği de eklenince, izleyiciyi oldukça rahatsız eden son bir 30 dakika ortaya çıkıyor.

Çoğu kişi tarafından Anthropophagus’un devamı olarak bilinen Absurd’ün D’Amato, George Eastman ve ilk sahne dışında çok da bir bağlantısı yok. Bazı eleştirmenler tarafından film Halloween’in kötü bir taklidi olarak nitelendirilir. Bunun sebebi olarak da her iki filmde de bir katilin çocuk bakıcısını ve onun etrafındakileri öldürmesini referans gösterirler.  Ayrıca D’Amato her zamanki kurnazlığıyla Amerikan pazarında dikkat çekmek için filmi İtalya’da çekmesine rağmen, hikaye Amerika’da çekiyor.

 

İyi Kötü Film sitesinden alıntı...



#11
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

1 Nisan Şakası (April Fools Day ) 1986

 

april_fools_day_poster_01.jpg

 

 

Malum 1 Nisan’da çoğumuz bazen sıkıcı bazen de yaratıcı şakalara maruz kaldık, kalıyoruz, kalacağız. Fransa’da doğup tüm dünyaya yayılan bu geleneksel şaka günü, senede bir gün insanları gülümsetmeye devam ediyor.

Öteki Sinema için yazan: Gülnur Karakaş Tandoğan

Yine de böylesine güzel bir günü korku unsuru olarak değerlendirmeyi akıl eden birileri çıkıp 1 Nisan’la ilgili film yapmaya cesaret edebilmişler. Hem de korku sineması için başlı başına kült sayılabilecek bir dönemde; 80’lerde. Dolayısıyla ortaya çıkan filmin komedi düzeyi ve kült olma potansiyeli, az çok tahmin edilebilir. April Fool’s Day’in bir de 2008 yapımı “şaka gibi” bir versiyonu daha var ki, yazının ilerleyen bölümlerinde istemeden de olsa değinilmek durumunda kalınacaktır.



86 yapımı asıl filmimize geri dönersek film, Muffy adındaki zengin bir kızın üniversiteden arkadaşlarını ailesinin yazlığına davet etmesiyle başlar. Bu yazlık, sessiz ve sakin bir adadadır ve elbette tek toplu ulaşım aracı feribottur. Nisan’ın ilk gününde gerçekleşen bu buluşma, doğal olarak çeşitli şakalarla ilerler. Ancak zaman geçtikçe şakaların dozu ve boyutları artmaya başlar. Gençler birer birer ortadan kaybolurken neyin şaka neyin gerçek olduğu konusunda artık kimsenin bir fikri yoktur. Üstelik adadan kaçabilmek de o kadar kolay olmayacaktır.



Film Agatha Christie’nin meşhur 10 Küçük Zenci (10 Little Indians) romanındaki gibi çok sayıda alakasız karakteri aynı mekanda bir araya getirerek, birbirlerinden duydukları kuşkular üzerinden ilerliyor. Dönemine göre orijinal ve sürükleyici olduğunu söylemek gerek. April Fool’s Day kendini çok fazla ciddiye almamasıyla, şakayı seven yanlarıyla kısacası korkutmaktan çok seyircisini eğlendirmeyi amaçlamasıyla daha fazla öne çıkıyor. Oyunculuklar da gayet inandırıcı. Birçoğunun filmografisinde en önemli film bu olmasına rağmen, herkes üzerine düşeni layığıyla yerine getiriyor. Bu arada içlerinde seyirciye aşina gelen isimler de yok değil. Amy Steel’in bu filmden önce 13. Cuma-2’deki esas kız olduğunu, Thomas F. Wilson’ın ise meşhur Geleceğe Dönüş filmlerindeki Biff Tannen’i canlandırdığını hatırlatmak gerek. Tabii tüm bunların yanında “sürüden ayrılanı kurt kapar”, “sona kalanlar hep en uslulardır” gibi çeşitli korku klişelerini kullanarak özellikle deneyimli seyircileri çıldırtsa da, finalin güzelliği ve orijinalliği tüm bu eksileri unutturuyor.
april-fool-s-day-1986-horror-movies-2063


Gelelim 2008 yapımı April Fool’s Day’e. Brezilya dizilerini andıran atmosfer ve oyunculuklarıyla, sonunu bile merak ettirmeyen olay örgüsüyle unutulmayı hak eden bu film, bir de finalde devrim yaptığını sanarak alenen seyircinin zekasıyla dalga geçiyor. Aslında çoğu kişi isim benzerliğinden ötürü bu filmi yeniden çevrim zannedip izlediğinde, aslında tek ortak noktalarının filmin ismi ve bir grup genç klişesi olduğunu görüp hayal kırıklığına uğramıştır muhakkak. Özetle, “izle ve yok et” ya da “mümkün olduğunda uzak dur” türünde 5. Sınıf bir korku filmi olarak tanımlayabiliriz bu filmi.



Son olarak 86 yapımı April Fool’s Day’in ilk sahnesiyle beraber akla gelen filmin, Ada: Zombilerin Düğünü olduğunu hatırlatalım. Filmin başında feribot beklerken birbirlerini kameraya çeken gençler, bariz biçimde Büyükada’daki düğüne gitmeye hazırlanan bizimkileri çağrıştırıyor. Bu açıdan bakıldığında April Fool’s Day’e en büyük selamı çakan filmin bir Türk korku komedisi olması, güzel bir anekdot olarak sinema tarihimize geçebilir. Bugüne kadar irili ufaklı, bu filmi anan birçok korku filmi mevcut elbette. O nedenle türü sevenlerin mutlaka arşivinde yer alması gereken bu film, hem gerilmek hem de eğlenmek isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat.

 

1986 yılında popüler slasher türü son nefesini vermek üzereyken ortaya çıkan ve geçtiğimiz senelerde başarısız remake kurbanı filmler arasına giren April Fool’s Day, günün anlam ve önemi açısından karşınızda!

Kalitesi gittikçe düşen yeniden çevrimler arttıkça yapımcıların April Fool’s Day (veya bizdeki adıyla Nisan Bir)’e el atması kaçınılmaz oldu. Özellikle Alexandre Aja’nın yönettiği Hills Have Eyes remake’inden sonra içimde oluşan “belki güzel olur” temalı düşünceleri yıkıp geçen 2008 tarihli April Fool’s Day, oyuncularının bile yaptıkları işe inanmadıkları, “bitse de gitsek” tadında takıldıkları başarısız bir filmdi. Yeniden çevrimi ne kadar kötüyse orijinal versiyonu o kadar iyi olan April Fool’s Day ise slasherlar arasında farklı bir konumda. Klasik slasher formülizasyonu ile yazılmış olsa da filmi izledikten sonra bu farklı konuma hak vereceğiniz film, o kadar ünlü örneği olup da ülkemizde yayınlanmayan slasher filmler arasında değil. DVD’sini piyasada rahatlıkla bulabilirsiniz fakat ekstra olarak pek bir şey beklemeyin. Özellikle filmin çekilip de bir türlü kimsenin ele geçiremediği, filmdeki kan seviyesini maksimuma yükselten alternatif sonu ise adeta hayal gibi. Bu alternatif sonun senaryo taslağı internette pek çok sitede yer alıyor, çekildiği de doğrulanmış, izlediğini söyleyenler de var ama bir kaydına rastlamak mümkün değil.
april-fools-day-4.jpg?w=914
Filmin yönetmeni Fred Walton’ı 1979 yılında çektiği When a Stranger Calls filminden ve belki de 1993 yılında devam filmi olarak televizyon için çektiği When a Stranger Calls Back’ten tanıyabilirsiniz. Walton’ın filmografisinin geri kalanını televizyon filmleri oluşturuyor. Senarist Danilo Bach ise ilk Beverly Hills Cop filminin hikayesini yazmış, serinin geri kalanlarına el sürmemiş. Aynı zamanda Ridley Scott’ın yönettiği aksiyon filmi Someone to Watch Over Me’nin senaryosunda da parmağı var. Yönetmen ve senariste ek olarak, seksenlerin filmleriyle haşır neşir olanlar bu filmde bolca tanıdık sima görecekler. Bir Nisan tarihinde ailesine ait olan adaya arkadaşlarını davet eden Muffy St. John’ı canlandıran Deborah Foreman (ki kendisinin seksenli yıllardaki halini pek beğenirim) filmin başrolünde. Eşlik eden oyuncular ise Geleceğe Dönüş serisinde Biff Tannen olmak üzere başbelası Tannen ailesinin üyelerini canlandıran Thomas F. Wilson burada da beyinsiz, iri genç rolünde. 13′üncü Cuma serisinin ikinci bölümündeki baş rolünden hatırlayacağınız Amy Steel, hala dizilerde görünen Clayton Rohner, daha sonra ilk Leprechaun filminde oynayacak olan Ken Olandt bunlardan bazıları.

Filmin konusuna gelirsek, bahsettiğim gibi ailesine ait bir adada yazlık evleri olan Muffy, arkadaşlarını bu evde vereceği bir partiye davet eder. Partinin teması Bir Nisan olduğundan partidekiler her an bir fırlamalıkla karşı karşıya gelir. Bunu fırsat bilen bir katil ise bu gençleri teker teker avlamaya başlar. Slasherlarda sıkça karşılaştığımız Seviş-Öl-Yalnız Kal-Öl formülünü izleyen April Fool’s Day, tatmin edici ölüm sahnelerine sahip değil, hatta çok fazla kan da görünmüyor. Ama inanın, bunlara rağmen izlemeye değen bir film. Zaten film asıl ününü içerdiği az şiddet sahnesinden dolayı hiç kesilmeden televizyonda yayınlanmasına borçlu. Gişede de fena iş yapmayan April Fool’s Day sevdiğim slasherlar arasında yer alıyor. Zaten filmin afişi bile yeterince ilgi çekici. Yeniden çevriminden ise köşe bucak kaçın diyorum.

Belirli günler ve haftalar slasher’ları arasında Bir Nisan üzerine yapılmış olan tek film olan April Fool’s Day, gençlik komedisi ile gerilimi harmanlayan, bir yandan da  ”Ne yaptığını biliyorum” tadında bir katile sahip olan bir film. Oyuncuların bazılarının tanıdık olduğundan bahsetmiştim, tanıdık olmasaydılar bile en azından canlandırdıkları karakterler basmakalıp Amerikan korku filmi karakterleri. Slasher severleri cinayet ve kan yoksunluğundan dolayı ikiye bölen bu film özellikle seksenlerde yükselmiş olan çıplaklık ve kandan ibaret slasher alt-türüne farklı bir renk katarak korku filmi tarihinde yerini almış. Eğer siz de senaryo olmadan sadece çıplaklık ve vahşet üzerine kurulu slasherlardan sıkıldıysanız, spoiler vermeden daha fazla bahsetmem mümkün olmayan April Fool’s Day ilaç gibi gelecektir.

 

İyi Kötü Film sitesinden alıntı...



#12
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Lİsa,Lİsa (Axe) 1977

the%20california%20axe%20massacre%20a.k.

 

3 kanun kaçağı Lisa ve felçli dedesini rehin alırlar lakin Lisa normal bir kız değildir ve 3 kanun kaçağı Lisa'nın kurbanları olacaklardır.



#13
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Bebeklerin Cinayeti (The Baby Doll Murders ) 1993

 

bZQ2fEcmq173p7nugRZssLovbDC.jpg

 

Film  sanki bazı filmlerden alıntı yapılmış gibi geldi bana özellikle katilin öldürdüğü her kurbanının yanına bir adet oyuncak bebek bırakması,bunu Torso,Newyork Kasabı ve Prowler filmlerinde görmüştük, film yer yer klişelleşsede izleyiciyi sıkmıyor,John Saxon bir çok korku filmde olduğu gibi burdada karşımıza çıkmış.



#14
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Blood Rage ( Rostro Del Asesino ) 1987

 

big.jpg

 

Tarz olarak 13.Cuma ve Sleepway Camp filmlerini anımsatıyor,yine işlenen hunharca cinayetler,bol bol kan ve adrenalin vadediyor,80'li yılların sağlam kültlerinden bir tanesi.



#15
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Bllody Murder 2000

 

bloodymurder.jpg

 

Yine bir kamp efsanesi Jason vari bir katil ve işlenen korkunç seri cinayetler.



#16
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Neon Maniacs (Gece Yaratıkları ) 1986

 

neon-maniacs.jpg

 

1986 yapımı Gece Yaratıkları (Neon Maniacs), dönemin video manyakları tarafından kutsanmış bir kült film. Öykü San Fransisco’da Golden Gate köprüsünün yakınlarında kanlı bir cinayetle başlıyor. Daha sonra geceleri köprünün altındaki dehlizlerden çıkan bir gurup acaip yaratık -ki bunlar; Samuray, Cellat, Vietnam Gazisi, Mağara Adamı gibi kılıklara bürünmüş, zombi ya da canavar tipli yaratıklardır- çevredeki parklarda eğlenen, alem yapan gençlere saldırıp katliam yapıyorlar. Cinayetler artıyor. Akan kan durmak bilmiyor. Sonra bir gurup zeki insan bu yaratıkların zayıf noktalarını bulup onlara karşı savaşmaya başlıyorlar... Gece Yaratıkları, barındırdığı canavar tiplemeleriyle aşırı kitsch bir havaya sahip. 80’li yılların disko gençliği, parklarda bira içip sevişmeler, canavarlar tarafından katledilmeler ise 13. Cuma (Friday the 13th) filmlerini aratmıyor. Özenle çekilmiş görüntüler eşliğinde ilerliyor film. Ama asıl, yaptıkları işe asla inanmayan oyuncular ve disko tarzı bir soundtrack Gece Yaratıkları’nı keyifle izlenebilen, bir “Slasher,Trash” filme dönüştüren en önemli etmenler...

 

 

Neon Maniacs bir 80ler korku filmi. Ve bana bir diğer 80ler Rick Sloane filmi Hobgoblins’i (1988) anımsattı. Neon Maniacs uzun süre IMDb’de en kötü 100 listesinde yer alıyordu. Fakat sanıldığının aksine okadar da kötü bir film değil. Eğlenceli ve yer yer de korkunç olmayı başarabiliyor.

Neon Maniacs’taki yaratıklar sanki Mad Max filminden fırlamış gibi. Bu Post-Apokaliptik yaratıklar niye ve hangi amaçla orda bilinmemekle birlikte yaratıkların Gremlinler gibi sudan etkilendikleri belirtmekte fayda var. Yaratıklar sadece gece dışarı çıkıyorlar ve Golden Gate köprüsünün altında yaşıyorlar. (yaratıkları yok etmenin tek yolu su ve suya çok yakın yaşıyorlar… ilginç.)

Filmin açılış sahnesinde akşam vakti Golden Gate köprüsünün altında balık tutan bir adamı görüyoruz. Sonra adam eve doğru yola koyulurken Neon yaratıklarının vahşi saldırısına uğruyor. Daha sonra filmdeki esas kızımız Natalie ve arkadaşlarının birlikte olduğu bir minibüse konuk oluyoruz. Gençler parkta eğlenmektedirler ve Neon Manyakların hedefi olurlar. Bu saldırıdan kurtulan Natali daha sonra yaratıklar tarafında takip edilmeye başlar.


Şuana kadar anlattıklarım klişelerle dolu olabilir fakat bundan sonraki metrodaki kovalama sahnesi ve okul partisi gerçekten iyi kotarılmış. Filmi yıllar sonra tekrar izlediğimde bile metrodaki kovalama sahnesinde gerçekten gerildim. Filmdeki yaratık makyajlarının da filme göre oldukça başarılı olduğunu belirtmekte fayda var.

Filmdeki kıyafetler, müzik vs. buram buram 80ler kokuyor. 80lerin o ucuz atmosferini filmi izlerken iliklerinize kadar hissediyorsunuz.

Son olarak filmin yönetmeninin ikinci ve son filmi olduğunu belirteyim. Fakat yönetmen Exterminator 2 (1984), Dreamland (1983), Alone in the Dark (1982) gibi 80lerden hatırlayacağımız bir çok filmde Sinematografide yer almış.

 

 

İyi Kötü Film sitesinden alıntı...



#17
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Kanlı Yaşgünü ( Happy Birthday To Me ) 1981

 

happy-birthday-to-me-original.jpg

 

 

Yönetmen J. Lee Thomson ‘un 1981 Kanada yapımı filmi Happy Birthday to Me, çevrildiği dönemin ses getiren filmlerindendir. Katilin siyah eldivenli olması ve cinayet sahnelerinin yakın plan kadrajlanması, ilk bakışta ‘cinayet filmi’ gibi algılanmasına yol açsa da aslında iyi korku öğeleri işlenmiş bir Teen Slasher filmidir. Hatta Teen Slasher filmlerine ışık tutmuş, gelişiminde büyük katkılar sağlamış ders niteliğindedir.

B-movie katogorisinde değerlendirebileceğimiz filmin konusu benimde favorim olan Teen Slasher filimlerine iyi bir örnek teşkil etmekte. Film, bir yanımızı sürekli gererken, beynimizin çalışması içinde ipuçları toplamaya ve düşünmeye sevk ediyor. 80’li yıllarda video filmleri furyasında ilgiyle izlenen bu film, bugün bile izlenmeye değer öğeler içermekte. Bir gurup zamane gencinin başlarından geçen cinayetler serisini çözmeye çalışırken aksiyon sahnelerindeki gerçeklik alkışlanmaya değer. Aslına bakarsanız zaten 80′li yıllarda aksiyon sahnelerini sahte çekebilmek gibi bir teknoloji olmadığından, uçan arabalar ve motorsikletler, dublörler tarafından ustalıkla film karelerine aktarılmış.

tumblr_l957l9ocyV1qaun7do1_500.jpg

Konusuna gelince Virginia, pisikolojik sorunları olan ve arkadaş çevresine uyum sağlayamayan masum bir genç kızımızken bir anda başlayan seri cinayetlerle yaşadığı travmayı hatırlamaya başlar. Geçmişte geçirdiği trajik kaza, hafızasında çok farklı ve derin yaralar bırakmıştır. Süpriz sonlardan hoşlananlar için filmin sonu kesinlikle süpriz gelecektir.
tumblr_l5xfviozt61qbixtco1_500.jpg


Filmin oyuncularından Virginia rolünde izlediğimiz Melissa Su Anderson, TV dizi filmlerinden bir zamanların en çok sevilen ve izlenen dizi filmi olan Küçük Ev ‘in Marry si. Tabi Küçük Ev dizisindeki Marry kadar masum bir rolde göremeyeceğiniz aktiristi, o rolde  seyredenler hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Filmin diğer oyuncuları olan Glenn Ford, Lawrence Dane ve Sharon Acker ise birçok filmde oynadılar. Kovboy filmlerinden hatırladığımız Altın Küre ödüllü Ford, sanırım bu filmden başka bir korku filmi çevirmedi.

Review_Happy_Birthday_to_me_clip_image00

Kapalı bir erotizmin olduğu filmde, süprizlere hazırlıklı olun. Gerçek katil kim diye kafalarda soru işaretinin dolaştığı sahnelerin finallerinde aradığınız cevapları bulamayacaksınız.

İzlerken keyif aldığım, bugün çevirilen birçok teen slasher filminde bulamadığım zeka ürünü bir senaryoya sahip. 80 ‘li yılların zayıf tekniği  ile bile olmuş olsa görsel açıdan kameranın çok güzel açılar yakaladığı çekim tarzıyla izlenmeye değer bir başyapıt Happy Birthday to Me…

 

Öeki sinema sitesinden alıntı...



#18
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Ölüm Zinciri (Chain Letter ) 2010

 

e24be66dfa_89235235_o2.jpg

 

İnternet üzerinden altı arkadaş birer esrarengiz mail alır.Manyak bir katil epostalarına,yada cep telefonu mesajlarına girerek bu insanları devamlı rahatsız etmekte onları vahşice öldüreceğini söylemektedir.bu zincirleme mesajların kimden geldiğini öğrenmeye çalışan Jessie Campbell (Nikki Reed)ve arkadaşları aslında bunun bir ölümcül oyun olduğunun ve hepsinin de bu oyunun bir parçası olduğunun farkına varacaklardır.Kurtulabilmeleri nin tek şartı oyunun kurallarına uymak. Arkadaşlık, herhangi bir şeyi ifade eder mi?senin hayatınmı önemli yoksa arkadaşınınkimi.Zinciri kır,ölümden kurtul,artık bir klasik seri haline gelen saw serisinin izinden giden 2010 yapımı sınırları zorlayacak bir korku gerilim filmi.

 

Dipnot : Seksenli yılların kült slash filmlerini hatırlarsak gerçekten bu tarzda unutamadığım bir çok kaliteli film yapılmıştır,Blood Rage,Happy Birth Day to me,Fatal Pulse,Graduation day,A bLade in the dark,Silent Night Deadly Night,Prom Night,13.cuma,Halloween,Cheerleader Camp,Sevgilier günü katliamı ve niceleri,bu filmlerin otak özelliği slasher tarzının kaliteli senaryolarını beyaz perdeye sunmasıdır,Nedense günümüzde bu tarz senaryoları görememekteyiz,doksanlı yılların ortasında yapılmış olan slasher tarzının önemli temsilcilerinden olan Geçen Yaz ne Yaptığını Biliyorum filmindeki senaryonun günümüze uyarlanmış bir versiyonu olan ölüm zinciri her ne kadar bu filmin izinden gitmiş olsada gerilim dozajını senaryo ile birebir uyarlayamamışlar, senaryo her ne kadar güzel yazılmış olsada gönderilen zincir mektupları ve gençlerin kurbanlık koyun gibi sıra ile katledilmesi ama bir anda bazı sahelerinde klişeleşiyor bir türlü orantıyı yakalayamamışlar bu yüzden havada asılı kalmış olarak duyor,bir türlü oturtamamışlar,filmi izlerken nedense insanı sürükleyecek bir tarafı eksik kalıyor,Ama yapım günümüzün teknolojisi nide kullandıklarından dolayı görsellik açısından gerçekten ilgi çekici olmuş doksanlı yıllardan beri filmlerini takip ettiğim Betsy Russel ve güzel oyuncu Nikki Reed filmin oyunculuk performansı açısından sivrilmiş isimler ve tabiki cinayetlerin işleniş tarzı, filmin arka plan efektleri ve etkileyici atmosferi,ama yinede yapım vasatın üzerinde ilerleyen zamanlarda hatırlanabilecek bir slah tarzında izlenebilecek bir yapım olmuş.



#19
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Karanlıktaki Bıçak (A Blade in the Dark ) 1983

a_blade_in_the_dark.jpg

Lamberto Bava şaheseri izlerken kanınızı donduracak,adrenalinizi zıplatacak bir yapım,şu zamana kadar izlediğim en iyi slash yapımlarından bir tanesi olduğunu rahatlıkla söyleyebilrim,80'lerin kafa kült filmlerinden bir tanesi,özellikle adamın piyano üzerinde çalmış olduğu melodi ve bunun akabinde işlenen seri cinayetler resmen kanımı dondurdu...

A-Blade-in-the-Dark-2.jpg

Katilin maket bıçağı ile nasıl cinayet işleyebildiğini,bu filmde şahit olmuş,o sahne devamlı hafızamda kalmıştır.



#20
crazybeau

crazybeau

    Dublör

  • Üye
  • 130 İleti
  • 3 Konu
  • Konum:Bakırköy

Giallo 2009

 

giallo-2009-r1-front-cover-56585.jpg

 

Amerikalı model Celine(Elsa Pataky) moda haftası için bulunduğu New York'ta defile öncesinde kaçırılır. Celine'i kaçıranlar genç kadına hem fizyolojik hem de psikolojik açıdan aşağılayıcı, acı dolu, acımasız bir işkence uygularlar. Kız kardeşi Linda(Emmanuelle Seigner), dedektif Enzo Lavia(Adrien Brody) ile birlikte umutsuzca Celine'i aramaktadır. Tek umutları diğer mankenlerin korkunç sonları Celine'in başına gelmeden onu bulmaktır.

 

giallo-ladies.jpg

 

Suspiria,İnferno,phenomen,profondo rossso gibi kültleşmiş şahaser yapımların ustası ve İtalyan sinemasının gore tarzının yaratıcılarından büyük yönetmen Dario Argento imzalı 2009 yapımı olan giallo ile yine sinemasevere gerilimi yeniden yaşatıyor.öncelikle filmin başından finaline kadar yine Dario Argento esintilerinin olduğu da bir gerçek,özellikle suspirida işlenen senaryo ile olan uyumu görebiliriz,mesela suspiriya yı hatırlarsak kızın yağmurlu havada havaalanı çıkışında yağan yağmur altında taksi beklemesi anında sanki bir şeyler olacak havası veren, iç gıcıklatıcı goblin müziği,temposundaki giallo da da görebiliriz.Özellikle taksinin yol boyunca ilerleme anından itibaren müziğin temposunun artması yine klasig bir Argento senaryosudur,Argento bu filminde 1975 yapımı profondo rosso yapımı ile belirli bir benzerlik taşıdığıdığını gördüm özelikle işlenen seri cinayetlerde,ve katilin binanın tepesinden elleri kesilerek betona düşüp beyninin parçalandığı sahne,her ne kadar kalıplaşmış bir senaryo olsada ne olursa olsun bu bir Dario Argento filmidir...

 

giallo1.jpg






1 Kullanıcı konuyu okuyor

0 Kullanıcı, 1 Misafir, 0 Kayıtsız kullanıcı